17 Eylül 2009 Perşembe

''Before Sunrise'' and ''Before Sunset''

Biri 1995 bir diğeri ise 2004 yapımı Richard linklater filmlerinin senaryosuda yazara ait. Başrollerini Ethan hawke ve Julie delpy'nin paylaştığı her iki filmde bol diyaloglu olmakla birlikte izleyeninin karakterlerde bolca kendini görebilceği gerçekçi bir masal gibi. Karakterler öyle diyaloglar içine giriyor ki sanki senaryo yok ortada ve doğaçlama yapıyor gibiler.


Konulara gelirsek Before Sunrise, Amerikadan avrupaya gelmiş gencin (Jesse) tesadüfi olarak trende bir avrupalı kızla (celine) tanışıp bir günü beraber geçirmelerini anlatıyor. Before Sunset ise, bir önceki filmde yaşadıklarını roman haline getiren jesse bu sayede tekrar görebildiği celine ile bir kaç saati yine bir takım şeyleri sorgulayarak ama bu sefer daha bir günümüzde yapıyorlar çünkü 9 sene sonrasındalar tanıştıkları günden sonra.


Bu iki film hakkında okadar çok şey sölemek istiyorum ki aslında bu bana nereden başlıcağımı şaşırtıyor.
Beni çok fazla etkileyen ender filmlerden olmasının sebebi jesse'nin bi takım şeyleri sorgularken hep gerçekçi olması bana beni gösteriyor, celine'nin okula geç kalırken dallardan düşen yapraklara veya gölgelere bakmasının ve bunun ona hoş gelmesinin kendimdeki küçük detaylara önem verişimi gösteriyor bana, daydream delusion'ın okunduğu sahne ve come here çalarken bakışların kaçırıldığı birbirlerini öpmek isterken çekinmeleri çekinge ile samimiyeti bir arada göstermesi hatırlattı beni bana, iki karakterinde bu kadar çok konuşması yine bana kendi gevezeliğimi hatırlatıyor, ilk filmde trene binmeden önce celin orada ki sahnede ''Siktir et görüşmeme kararımızı ben görüşmek istiyorum'' diyor jesse ve sonrasında celine de ''Evet. Bende istiyorum'', ''Peki neden daha önce söylemedin'' diyor jesse sonrasında celine ise ''Senden bekledim'' diyor işte buda benim herşeyi karşımdakinden bekleyişimi hatırlatıyor, iki filmi izledikten sonra anladığımız o yaşanan tek günü romanlaştırmış olan jesse'nin hayatta benim hep istediğim ve son dört senedir yapmaya çalıştığım şeyi düşündürüyor, ve sonra kitap sayesinde celine'in jesse'yi bulması bana acaba yazabilirsem beni bulabilir mi diye düşündürüyor ve tam manasıyla bu filmler benim hayatımın filmleri mi diye düşnüyorum ve bilinçaltım bana kesinlikle diyor.

Devam filminde celine'in bak böyle böyle güzel hayatım var modunda takılmasından sonra araba sahnesinde içini döküşü, biraz önce seviştiklerini hatırlamadığını söylüyor olsa bile araba sahnesinde iki kere yaptıklarını söylerken jesseye salak olduğunu söylüyor bunu unutabilceğini düşündüğü için, aradan geçen dokuz senenin ne kadar keşkelerle dolu oluşu, mutsuz oluşları, depresyonda oluşları, aşık oluşları ama birbirlerine okadar acıklı geliyor ki. Karakterler birbirlerine nasıl ümit bağlamışlar bu nası bir aşk ki burası da acaip güzel.

Herşeyin ötesinde bunu görmek için bile izlenir;
"Baby you're gonna miss that plane"
"i know"

O kadar zevk aldım ki izlerken filmleri düşündüm ki mutlu olmak basit bir şeydi ve şimdide filmler hakkında birşeyler yazarken o sahneleri düşünüp, bir yandanda amy macdonald'ın this is the life şarkısını tekrar tekrar dinleyip yine diyebilirim ki mutlu olmak basit bir şey.



Şimdiye kadar çekilmiş dünyanın en sade, en öz, en diyalektik aşk filmi.
İzlenmeli...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder