18 Aralık 2009 Cuma

Avatar


1889'da kameranın icat edilmesinden bu yana sinema tarihinin geldiği son noktayı gösteren mükemmel bir film. Evet etkili bir yazı girişi yapmak istedim bu filme çünkü hakediyor.


James Cameron'un yönettiği bu filmin reklamını duymayan kalmamıştır zaten. Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver, Stephen Lang, Giovanni Ribisi, Joel Moore ve Michelle Rodriguez gibi isimleri barındıran bu filmde, filmin üzerine çıkabilcek isimlerin oyuncu kadrosunda rol almayışı beni ayrı bir sevindirik etti.

Filmi izler izlemez eve gelip bilgisayarımı açık burada hakkında bir şeyler yazma isteği uyandırdı bana. Hafızama pek güvenmediğimden yarını bekleyemezdim çünkü. James Cameron'un senaryosunu on beş sene önce yazdığını okumuştum. Evet belki on beş sene önce değilde şimdi yazılsaymış belki biraz daha geliştirebilirdi hikayeyi fakat, genel anlamda konunun gelişime açık olması ve filmde klişe adına sayabilceğimiz bir çok olayların olmasına rağmen hepsini çok güzel harmanlamış ki bu klişelerin olması gayet normal çünkü yüksek bütçe geniş kitleleri hedefler ve ne kadar geniş bir kitlenin izlemesi bekleniyorsa bir o kadar da hollywood etkisi görünmeli bu konuda. Sonuçta artık klişelerin olmadığı bir yapıt düşünemiyorum ben ve bu yüzden de önemli olan bunları güzelce harmanlayıp sunması gibi geliyor. Bu konuda da başarılı olmuş gerçekten.

Üç saat boyunca farklı bir dünyaya götürüyor ve oraya üç boyutla götürmesi gözlerimizi yormasına karşın çok yerinde bir karar oluyor.

Film başladı oturduğum yerden iki saat sonra kalktım(Mecburi ara). Nefes alıp vermeyi bile istemsiz yapıyordum çünkü ordaydım yönetmen oraya götürmüştü beni ilk defa bu hisse kapıldım film seyrederken(Kitap okurken çok olur bu bana.) ve işte o yüzden gördüğüm en güzel masaldı. O kadar güzeldi ki film bana çok kısa geldi, hep sürsün istedim orada yaşayayım istedim çünkü bana gösterilen dünya harikaydı.

Sigara içerken arada (Mecburi istikamet dışarısı olduğundan) soğuk havanın daha bi soğuk olduğunu hissettim, ilk kez bu kadar soğuk hissettim içimde çünkü bunun havayla falan bi alakası yoktu üşüyen içimdi çünkü olmam gereken dünyada değildim az önce gördüğüm yerlerde olmalıydım. Bu düşüncelerle girdim filmin devamını izlemek için ve film bitti tıpkı filmde de dediği gibi masalların en kötü yanı bir süre sonra bitmesi.

Sanki elinden elma şekeri alınan çocuk gibi ağlamak istedim, çok kısa geldi film ama yinede suratımda gülümseme vardı hala bulutların üstündeydim, hala uçuyordum, hala bedenim turkuazdı. Filmde anlatılan hikayenin olduğu zaman 2154'tü sanırsam ki bi ara o yıl geldiğinde canlı olarak kalamıcağıma bile üzüldüm çünkü oraya gidip Na'vi ırkından olmak istedim.

Sonuçta eleştirilcek yanları var bu filmin de fakat bunlar göz ardı edilebiliyor (En azından ben ediyorum). Mutlaka en az bir kere ve üç boyutlu olarak izlenmesi gereken bir film.

I see you.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Kendimi kötü hissediyorum. Bugün içimde anlam veremediğim bir moral bozukluğu var. Sadece ne yapmam gerektiğini bilsem daha iyi olucam biliyorum ama ne yapmam gerektiğini bile bilmiyorum. Böyle hissetmek çok boktan.

8 Aralık 2009 Salı

Azuloscurocasinegro ve Daniel Sánchez Arévalo

Daniel Sánchez Arévalo'nun senaryosunu yazıp yönettiği bu filmi tavsiye üzerine izledim. Başrollerinde Quim Gutiérrez, Marta Etura ve Antonio de la Torre oynadığı kadrosunda Eva Pallarés ve Héctor Colomé bulunduğu bu filmde bu kadar oyuncu isimi saymamın nedeni hepsinin birbirinden başarılı bir şekilde filme katkıda bulunmasıdır.


Ana öyküyle, yan öyküleri çok iyi harmanlayabilmiş bir yapıt Azuloscurocasinegro. Birbirini tamamlayan bu yan öykülerin hiçbiri gereksiz değil ve ana öyküyü dallandırarak güçlendirmiş. Filmin en güzel yanlarından biri marjinal hayatları olağanca anlatmasıydı. Sanki ortada marjinal birşey yokmuş gibi hissettiriyor. Bir diğer artı da, ayrıntıları yakalayabilen için izlemesi çok zevkli bir film olmuş olması. Filmde müzik kullanımıda bir noktaya kadar başarılı sayılabilir ama benim dikkatle incelediğim şeylerden olduğu için bu konuda daha başarılı olabilirmiş demedim değil. Film bende sanki üçlemenin ikinci filmiymiş hissi yarattı. Bilemiyorum belkide öyledir. Yönetmeni incelediğimde bunun olma olasılığı varmış gibi geldi çünkü aşağıda yönetmen ile ilgili gözlemlerimi bahsedeceğim yazıda da görceğiniz gibi birkaç nedenim var.

Bu filmde bir diyalogtan daha çok bir sahne daha çok hoşuma gitti. Şöyle ki;
''Jorge'nin kapıcılık yaptığı apartmanda oturan ve aşık olduğu kız natalie'nin gittiği yerlerden kart göndermesi ve esas oğlan Jorge'nin bu kartları odasının duvarına asıyor olması ve bunların üzerine en son gönderilen kartın üstünde 'Yatak odanda başka bir pencere' yazıyor olması çok etkileyiciydi.''.

Zeki adam bu arevalo izlediğim ilk filmi olmuş olmasına rağmen bunu bende uyandırabildi. Filmi izledikten sonra portfolyosuna baktığımda sekiz tane filmi var bu altıncı filmi. Jorge isimine biraz takık olduğu diğer filmlerinde ki karakterlere verdiği isimlerden anlaşılıyor. Birde bütün filmlerinde benzer isimlerle çalışmış olduğu dikkatimi çekti. Quim Gutiérrez olsun, Antonio de la Torre olsun, Héctor Colomé olsun hepsi Arevalo'nun en az iki yapımının içinde de var. Bu sebebten ötürü belli konulara takık ve bu konularda kullancağı karakterleri kafasında çoktan belirlemiş ve onlarla yoluna devam eden bir yönetmen profili oluşturdu bnm gözümde. Yakın zamanda diğer filmlerinide izleyip buna karar verebilcem ama şuan için sadece bir tahmin.

Traitor

Senaryosunu ve yönetmenliğini Jeffrey Nachmanoff'un yaptığı, başrollerinde Don Cheadle, Guy Pearce, Saïd Taghmaoui'İn oynadığı islam, amerika, terör üçlüsünden oluşan bir başka film traitor.


Film başlarda biraz durağan gitmesine rağmen yavaş yavaş içine çekmeyi başarıyor. Senaryo farklı bir bakış açısından yakalamak istemiş konuyu başarmış ta sayılmaz çünkü daha iyi olabilirmiş. Mesela film yine içten içe Usa'in ne kadar güçlü olduğunu gözümüze sokmamalı yeter artık gına geldi. Sonuçta verilmek istenen mesaj bir şekilde verebilmiş. Müslümanlara karşı tek tip bakış açısı olan amerikalı vatandaşların izlemesi gereken bir yapıt olmuş. Don cheadle bana daha iyi oynayabilirmiş gibi geldi, Guy pearce iyiydi rolün hakkını vermiş, Said taghmaoui ise farklı bir aktör gerçekten yakışıyor bu adam bu rollere mimiklerini çok iyi kullanıyor bana birini hatırlatıyor ama kimi bilmiyorum =). Filmin Soundtrack'i iyiydi özellikle Thirty years later adlı mutlaka dinlenilesi bir parçaya sahip.

Sonuçta daha güzelleşebilcek bir senaryo, daha iyi oyunculuk kadrosuyla, daha detaya inen güzel bir film olabilirmiş ama olmamış. Sıkıldığınızda izlersiniz, yani izlemek için kasmaya gerek yok :).

Samir karakterinin ajan roy karakteriyle yaptığı diyalog filmde en sevdiğim diyalogtu. Şöyle ki;

Samir : ''Kuran'ı Kerim der ki, masum birini öldürürsen, tüm insanlığı öldürmüş
gibi olursun, biliyor musun?''
Ajan Roy : ''Ayrıca, bir hayat kurtarırsan tüm insanlığı kurtarmış gibi olursun der.''