29 Kasım 2009 Pazar

Bilinenden hissedilene

Her zaman yalnız olduğumu, olduğumuzu çeşitli ortamlarda dile getirmişimdir her ne kadar bildiğim bu durumu hissetmesemde. İşte o günlerden biriydi kendimi yalnız hissediyordum. Ailemi, arkadaşlarımı, akrabalarımı, sevgililerimi düşünüp sorgulamaya başladım yine. Sonrasında sevgililerimde takılı kaldım.


Karşıma çıkan aşklarımı düşündüm de iyice hepsini sevmiştim, hepsini üzmüştüm, bir çoğunun zamansız geldiğini düşünmüştüm, bir çoğunu eskimeden yıprattım, bir çoğunu yetersiz bulmuştum, bir çoğuna ben yetersiz gelmiştim bir şekilde geride bırakmayı göze almıştım, göze almışlardı. İlerde birgün karşılaşabilceğim insanla tanışmak vardı kafamda ve onunla tanışıcaktım gerçek aşk oydu, istediğim herşey ondaydı çünkü. Tabi bu safça düşünceler o zamanlar bakıpta görememe, geceye baktığımda parlayan yıldızların benim için olduğunu anlayamamama nedenimdi. Acımasız, zalim olduğunu bilememiştim, toyluk zamanlarımın hesabını sorcağını tahmin etmezdim, hayatın. Nerden bilebilirdim ki akşamın bir vakti yalnız kalacağımı, ya da yanımdakilerin olması gereken insanlar olmayacağını. Eskiden de bilirdim herkes yalnız derdim ama hissetmezdim ki böyle yalnızlığımı.


Özlüyorum çoğu zaman onsuzluğu yaşamadığım zamanları. İçim acıyor, yalnızlığın dünya üzerinde ki korkulacak olgulardan biri olduğu düşüncesi sarmalarken bedenimi gözlerimin içinde coşmuş bir akarsu misafir gibi ağlıyorum hıçkırarak.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Why do people look like the others ?

Sanki yaşanılan her şey insanı diğer insanlarla aynı yapmaya çalışıyor gibi. Mantıklı başka bi açıklaması yok ki bu kadar birbirine benzeyen insanların bulunmasını.

12 Kasım 2009 Perşembe

The watercolor

Yönetmeni ünlü karikatürist ve illüstratör Cihat Hazardağlı olan filmde Haluk Bilginer, Cansel Elçin, Asu Emre, Altan Erkekli, Ahmet Gülhan, Tamer Karadağlı, Bedri Koraman, Fergan Mirkelam, Metin Uca, Tuba Ünsal, Ayşenur Yazıcı, Selçuk Yöntem gibi Türk sineması ve tiyatrosundan tanıdığımız bir çok ünlü var. Galasına tam bir tesadüf eseri katıldığım film, Türk sinema tarihi açısından çok önemli bir film olarak gördüm. Bu şekilde damgalamazsam haksızlık etmiş sayılırım. Üzerinde üç sene uğraşılmış olan bu film, Türk sinemasının ilk dijital filmi olarak tarihe adını şimdiden yazdırdı.


Resime yeteneği olan küçük yaştaki bir çocuk olan Marconun, babası tarafından sokak sanatçılarıyla tanıştırılıp, sokak sanatçılarından bir olan genç kız(Lorella)dan resim dersleri almaya başlamasıyla başlayan hikaye daha sonra Marconun Lorellaya aşık olması üzerine hayata dair küçük yaşta öğrendiği şeyleri anlatarak devam ediyor. İçinde küçük hikayeler barından film senaryo olarak iyiydi. Kurguda başarılıydı. Filmin müziklerini Fazıl Say yapmış genel anlamda müziklerde çok hoşuma gitti sadece Metin Uca'nın enstrüman çaldığı sahnedeki müzik kulak tırmalayıcıydı o kadar. Filmin dilinin ingilizce yerine türkçe olması daha iyi olabilirmiş gibi geldi bana. Bu arada unutmadan söylemek gerekir ki Marco rolünü oynayan Sarp Alemdaroğlu yaşına rağmen oyunculuk konusunda yetenekli olduğunu gösteriyor ve bence ayrı bir alkış hakediyor.


Bu filmi, Türk sinemasını kalitesiz işler yaptığı gerekçesiyle hor gören benim gibi sinemasever arkadaşların kesinlikle görmesi gerekli diye düşünüyorum. Çünkü bizden birilerininde güzel şeyler yapabildiğini görmek mutlu edici bir şey.


Galaya dair birşeyler söylemem gerekirse Tuğba ünsal'la tanışma fırsatım oldu gerçekten çok güzel, zarif, şıktı ve yasaklanmış olanın büyüsü kadar çekici. Teknik arıza sebebiyle iki kez filmin duraklaması ise hiç hoş değildi. Ne olursa olsun Cihat Hazardağlı ve ekibini tebrik ederim.

5 Kasım 2009 Perşembe

Armağan mı, lanet mi ?

Acaba zamanın ötesini görebilme yetisine sahip miydi diye düşündü belki de öyle olmak istediğindendi. Aklına bir şeyleri bulmuş insanlar geldi acaba onlar biliyorlar mıydı diğerlerinden fazla olduklarını?. Alışılmışın dışına nasıl çıkmışlardı, allah vergisi miydi yoksa geliştirilebilen bir özellik miydi ki, dine bağlı insanlar mıydı gerçekten, sorumlulukları varmıydı acaba, çok mu özgürdüler yoksa kısıtlanmaları mı etkilemişti onları?.


Aklına bu tarz düşüncelerin gelmesi bunları sorgulamasının sebebini düşündü sonra. Kendisi de bilmiyordu bu düşüncelerin aklına nerden geldiğini ve aslında bu da onun için ayrı bir cevaplanması gereken belirsizlikti. Tahminler yürütürdü sadece ve bu sefer bu tarz soruların aklına gelmesinin sebebini kısıtlandığını düşünmesine, kendini aşma isteğinin bulunmasına, farklı olmaktan bağımsız olmasına, alışılan şeylerin doğru olduğu fikrine bağlı olmamasına vs. bağlıyordu. O an aklına insanın kendini ne kadar az tanıyabildiği düşüncesi gelmişti ve bu düşüncenin doğru oluşu onu gerçekten sinirlendiriyordu çünkü kendini o kadar çok tanımaya çalışıyordu ki gün geçtikçe kendini daha iyi tanıyacağı yerde, daha az tanıdığını düşünmek bir başarısızlık hissettiriyordu. Böyle olduğunda kendinde sorunu arayıp bir çok kez psikoloğuyla konuşmak zorunda hissetmişti kendini. Yapamadığını bildiği tek şey düşünmeyi durdurmaktı. Aklına bu geldi ve yine düşündü ''Acaba her daim düşünüyor olmam da bana verilmiş bir armağan mıydı yoksa lanet miydi acaba?''.